18 Ocak 2012 Çarşamba

rüzgar gibi geçti

Sinema tarihinin en güzel aşk filmlerinden biri olduğu söylenen 1939 yapımı bu filmi ilk seyrettiğimde büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Meğer, tamamı dört saat süren filmin ‘kısaltılmış’ halini izlemişim. Bunu, geçen hafta sonu filmin tamamını iki bölüm halinde yayınlayan TRT’de izleyince anladım.
Kuzey-Güney savaşının sürdüğü bir dönemde, Amerika'da geçen filmin bütün hikâyesi, savaşı kaybetmek üzere olan Güneyliler üzerinden verilmiş. Bu yüzden yer yer siyasî bir üslup göze çarpsa da, işi Bir Ulusun Doğuşu’ndaki kadar ileriye götürmemişler.
Hatırlayanlar/bilenler bilir; 1915 yapımı bu filmde D.W.Grifitth ısrarla seyirciyi, Kuzeylilerin Güneyi ve Güneylileri mahvettiğine, yerlilerin ise beyazlara soykırım uyguladığına inandırmaya çalışır.
Sırayla; Scarlett, Melanie ve Ashley
Konusu ve olay örgüsü itibariyle herkese hitap etmeyebilir ancak kabul etmek gerekir ki Rüzgâr Gibi Geçti müthiş bir film.
Bana göre filmin baş rolünde bir tek kişi var: Herkesi kendine âşık etmek isteyen, fakat âşık olduğu erkeği kuzenine kaptıran şımarık bir kızı (Scarlett’ı) canlandıran Vivean Leigh. Diğer oyuncular, ona sadece eşlik ediyor, ancak bunu yaparken bile devleşiyorlar.
Kalbinden ve aklından kötülük geçmeyen bir iyilik meleği olan Melanie’yi (Scarlett’in kuzeni) filmde Olivia de Havilland canlandırıyor. Scarlett’in cazibesine ve baştan çıkarıcılığına kapılmayan sadık koca Ashley rolünde ise Leslie Howard var.
Ashley yalnızca sadık bir eş değil, Scarlett’in duygularına hürmette kusur etmeyecek kadar olgun ve kibar bir insan aynı zamanda.
Scarlett ise, istediğini elde etmek için (kızkardeşinin nişanlısıyla evlenmek dahil) herşeyi yapacak kadar cüretkâr, delicesine sevdiği adamla arasındaki tek engeli, yani kuzenini ölüme terk etmeyecek kadar mert, çevresinin bütün itirazlarına rağmen artık savaş bitti diyerek eski düşmanları (kuzeyliler) ile ticarete başlayacak kadar pragmatik bir karakter.
Böyece harbin en çetin günlerinde kendine verdiği bir daha asla aç kalmayacağım!.." sözünü tutmakla kalmıyor, bu sayede zengin de oluyor. Ticaretin husumetleri ortadan kaldıran ve zenginleştiren yönü burada da karşımıza çıkıyor vesselam...
Filmde beni en çok etkileyen isim, Clark Gable’ın oynadığı Rhett Butler karakteri oldu. Zira yukarıda saydığım bütün karakterler, bu dünyada yaşayamayacak, yaşasa da aynı çerçevenin içinde buluşamayacak kadar fevkalâde yada sıradışı insanlar.
Hayatı hep hafife alan, kadınlara karşı daima alaycı bir tavır ve istihfafla yaklaşan Butler ise, çok daha dünyalı bir karakter.
Scarlett’in peşinden bir tek o koşmuyor. Scarllet’in peşinden koştuğu tek erkek de, Ashley’i saymazsak o oluyor.
Kısacası, erkeklerin en az Ashley kadar, Butler’dan da öğrenecek birşeyleri var.