Balkan göçmeni bir ailenin fakir bir çocuğudur Ali. Sevdiği kızı (Münire) alamayınca kaçırmış. Onlar önde, kızın abileri arkada bir kovalamacadır başlamış.
Bu kaç-göç arasında doğan (sonradan bu hikâyenin müellifi olacak) çocukları okul çağına dayanınca, bir düzen kurmanın zamanıdır deyip gözlerine kestirdikleri bir istasyonda trenden iniyorlar. Bir başka deyişle Doğançay, özel yada bilinçli bir tercih değil. Öyle ki tek bir tanıdıkları bile yok!..
Hanımı ve çocuğuyla trenden inerken verdikleri bu resim hafızama öyle yer etmiş ki, bir süre önce gitmiş bulunduğum Doğançay'da istasyon tabelasını görür görmez hatırladım; burası Bulgaryalı Ali’nin ‘uzun hikâyesi’nin başladığı yerdi.
Öyle cana yakın ve itimad telkin eden bir hali vardır ki Ali'nin, Doğançay'daki ilk gecelerini, trenden iner-inmez ahbaplık kurduğu istasyon şefinin evinde misafir olarak geçirirler. Ertesi gün, yine onun tavassutuyla hem kalacak bir yer (eski bir tren vagonu) hem de iş bulur: bir okulda müsdahdemlik!..
En büyük zevki olan yazı macerası, Münire'nin sihirli elleriyle ev haline gelen o eski tren vagonunun en ışıklı köşesinde devam ederken, ikinci kez baba olacağı müjdesini almaktadır. Kısaca herşey, uzun süredir olmadığı kadar yolundadır.
Ne var ki Ali, haksızlığa gelemeyen bir tiptir. Ne hak yer, ne de yedirtir. Gün gelir bu dik başlılığı, müdürle arasındaki köprülerin atılmasına yol açar. Aynı gün sancısı tutan karısını hastaneye yetiştiremez, yolda kaybederler. Sonrası, hiç bitmeyen bir matemdir Ali için. Doğançay’dan ayrılırlar.
Annesini kaybettikten sonra değiştirdikleri kasabaların sayısını, hikâyenin müellifi de bilmiyor. Fakat filmde, isim vermeden iki kasabadan daha söz ediliyor.
Bu kasabaların ilkinde Ali’yi bir arzuhalci olarak görüyoruz. Belediye başkanıyla yaşadığı çatışma, oğlunun hayatını tehdit eder bir hal alınca, yerleştik zannettikleri bu kasabayı da terk ediyorlar.
İkinci kasabada ise Ali, kırlaşmış saçları ve ince çerçeveli gözlüğüyle bir kitabevi işletirken karşımıza çıkıyor. Sonradan mahallî bir gazetede de yazmaya başlayacak. Münire’nin eksikliği bir yana, tam ona göre bir hayat.
Bu defa düzeni bozan, savcının kızına âşık olan oğlu oluyor.
Kızına söz geçiremeyen savcı, Ali’yi ve oğlunu sıkıştırmayı deniyor. Kitapla ve yazıyla uğraşmak, bugüne kıyasla o devirde belâya biraz daha yakın olmak demek. Nitekim Ali, hapse düşüyor.
- Beni düşünme, diyor oğluna. Sevdiğini de al, uzaklaş.
Böylece babadan oğula devreden yeni bir hikâye başlıyor. Yanında sevdiği, çantasında babasının emaneti (daktilosu) ile rota, yine Doğançay. Her köşesinde annesinin izi bulunan o eski tren vagonu.