Kısacık hayatına (1756-1791) sığdırdığı eserlerle sadece döneminin değil, tarihin gördüğü en büyük ve en üretken müzisyenlerden biri olan Mozart, yazık ki sadece otuz beş yıl yaşamış. Ömrü vefa etse, daha ne eserler verirdi kim bilir?
Viyana'da geçirdiği son on yılından bir kesit sunan filmden bahsetmeden önce, Mozart'ın Viyana'ya gelmeden önceki hayatını ve dönemin şartlarını gözden geçirmekte fayda var.
Kendisi de bir müzisyen olan babasının bütün gayesi, müzikal kabiliyetine inandığı Mozart’ın (oğlunun) kendisinden daha iyi bir hayat sürmesi. Bir müzisyen için o dönemde bunun en kestirme ve en geçerli yolu, kapağı güçlü bir kapıya atmak, diğer bir ifadeyle bir prensin, beyin, kilisenin... himayesi altına girmek. Parçalı iktidar yapısıyla dönemin Avrupası sanatkârlara büyük imkânlar sunuyor zaten.
Mozart, tam da babasının istediği gibi bir hâmi bulmuşken üstelik, görece güvenli hayatını bırakarak soluğu Viyana'da aldığında henüz onbeş yaşında.
Eserleri ve olağanüstü kabiliyetiyle ününü Viyana'da da duyuran Mozart, çok geçmeden saraya ve soylu muhitlere intisap ediyor. Filmin başladığı yer de, aşağı-yukarı burası.
O kadar üstün bir kabiliyet ki kibirli, çocuksu, yer yer saygısız, ukalâ ve çapkınca davranışları bile sineye çekiliyor. Saray müzisyenliğinden kendi isteğiyle ayrılınca ikbal dönemi bitip idbar devri başlıyor. Saray muhitlerinde biriken olanca kin ve hasetin kendini açığa vurma; vaktiyle alay ettiği, hor gördüğü, eserlerini beğenmediği, lakin eserlerini de beğendiremediği saray erkânının ve müzisyenler takımının intikam alma dönemidir artık.
Sarayda ve saraydan ayrıldıktan sonra yaşadığı sıkıntıları, saray baş müzisyeni Salieri ile çekişmelerini öne çıkararak veren filmde yer yer mübalağa var mı; muhtemelen...
Mozart'ın düçar olduğu maddî sıkıntılar ile, müzikteki dehasına kıyasla güdük kalan kişiliği ve uçuk tavırları başarıyla yansıtılmış diyebilirim yine de.