31 Mayıs 2012 Perşembe

aşkın ikinci yarısı

Onu ilk kez Belene dizisinde görmüştüm. İz Peşinde’de ise, resim daha net.
Osman Sınav’la kesiştikleri ilk yapım olan Yalancı'da canlandırdığı Ali karakteri ile züppeliği, pembe yalanları  ve haşarılığı sevdirmişti bana. Ahmet Yurdakul’un harikulade kaleminden çıkan Sıcak Saatler'e ise mest olmuştum. Anlayacağınız Mehmet Aslantuğ’a öteden beri hayranlığım var.
Senaryosunu yazdığı, yapımcılığını üstlendiği, yönettiği ve eşiyle birlikte oynadığı bu filmle ilgili yorumda bulunurken, bu hayranlığın zaafa dönüşmemesine çalışacağım sevgili perdeden okuyucuları!...
Çeşitli dizilerden ve reklam filmlerinden toparladığı parayı, gişe beklentisi hatta ümidi olmayan bir yapıma yatırması gerçekten saygı duyulacak bir davranış. Ne var ki, olmamış…
70’li yılların siyasî gençliği. İşkenceler, sıkıyönetim ve ihtilal. Birbirini seven iki genç. Erkek, yaşadıklarından bezmiş ve yorgun düşmüş. O kadar ki, sevdiğini yüzüstü bırakıp bir sahil kasabasında inzivaya çekiliyor. Sağlığı da giderek bozulmakta.
Aradan yıllar geçmiş, Kız, elinde bir çocukla karşısına dikiliyor. Bu bizim çocuğumuz diyor. Ben Amerika’ya yerleşiyorum. Orada bir düzen kurana kadar, ona sen bakacaksın.
Bitti sandığı hayat, erkek için işte o an yeniden başlıyor. Hayata tutunmak, hayatta kalmak için başlı başına bir sebep. Yazık ki artık hayatta kalamayacak kadar hasta. Neler kaçırdığını fark ediyor. Lakin ölüm, kaçırdıklarını yakalama fırsatı tanımıyor ona.

13 Mayıs 2012 Pazar

cennetin doğusu

Büyük resimde James Dean görülüyor
İyinin ve kötünün tarih boyu süren mücadelesine, bu defa da siz hakemlik edebilir misiniz? Kendinize ve hükümlerinize bu kadar mı güveniyorsunuz?
İyiyi kötüden, haklıyı haksızdan ayırmak zannettiğiniz kadar kolay olmayabilir halbuki.
Steinbeck’in “East of Eden” adlı romanından Elia Kazan tarafından sinemaya uyarlanan filmde, biraz da bunlar anlatılıyor.
Eşinden ayrılmış ideal bir baba. Halim-selim kocasından ayrıldıktan sonra çocuklarının yüzüne bile bakmamış bir anne.
Çocuklar büyümüş, iki delikanlı olmuş. Büyüğü babası gibi akıllı ve uysal, diğeri ise tıpkı annesi gibi hırçın ve inatçı.
Öldü bildikleri annelerinin hayatta, hem de o günlerde şehrin öbür yakasında olduğunu öğrenen küçük Kal’ın ısrarlı takibi sonuç veriyor. O güne kadar inandıkları herşeyin yanlış olduğunun ortaya çıkması ile, roller bu defa tersine dönüyor: Asabî ve dediğim dedik bir baba. Hürriyetine düşkün ve yardımsever bir anne. Hırçın bir ağabey, çalışkan ve iyi huylu bir kardeş. Ama hepsi bu. Haşarı evlat rolündeki James Dean’in sergilediği göz kamaştırıcı oyunculuk dışında, filmi izlemek için bir sebep yok. Aynı yıl içinde ölmese, eminim büyük bir sinema yıldızı olurdu.
Filmde dikkatimi çeken iki şeyden biri, ABD’nin de içinde yer aldığı bir savaşa serbestçe tavır alınabilmesi, ki bu ifade özgürlüğü bakımından önemli bir gösterge. Diğeri ise ticarete ve bu yolla edinilen yüksek kazanca kötü gözle bakılması. Steinbeck’in kaleminden çıktığı düşünülürse, insan fazla şaşırmıyor.

6 Mayıs 2012 Pazar

süper 8

Oyuncuları ekseriyetle çocuk diye bu filme “çocuk filmi” diyecek değilim. Zira bana göre çocuk filmleri, kesinlikle ciddiye alınması gereken müstakil bir alan. Ama madem ki yapımcısı Spielberg, ciddiyetle eleştirilmeyi hak ediyor.
"Spielberg'e saygı" parolasıyla çekilen
bu filmin yapımcısı da Spielberg!..
Herşey, hortlak hikâyeleri anlatan kısa filmler çeken bir arkadaş grubunun, çekimler sırasında şahit oldukları ve tesadüfen kaydettikleri bir tren kazası ile başlıyor. Trenin raydan çıkıp devrilmesine sebep olacak ölçüde feci bir kazada, gelin görün ki kamyonet fazla bir hasar almıyor.
Kazâyı müteakip günlerde asayiş tedbirlerinin sıkılaştırılması, trenin yüküyle ilgili söylentileri ayyûka çıkarınca, kazâ görüntüleri elinde olan sekiz ahbap-çavuş bu hikâyenin peşine düşüyor.
Hikâye aslında şu: Otuz-kırk yıl önce dünya dışı bir varlık ele geçirilmiş. Bilimsel incelemeler için tutulduğu laboratuvarın taşınması sırasında kazâra serbest kalan bu robot-yaratığın, dünyadan intikam almasından korkuluyor. Halkı paniğe sevk etmeden yaratık kontrol altına alınmaya çalışılırken yaşananlar, filmin konusunu oluşturuyor.
O kadar korktukları canavar, Trasformers’taki Optimus misali naif ve bağışlayıcıymış meğerse. Öyle ki çocuklardan birinin ricası ile, kimseye bir zarar vermeden dünyayı terk edip gidiveriyor.
Kendine ve sinemasına bir saygı duruşu olarak çektiği, daha doğrusu çektirdiği bu film Spielberg’e itibar kazandırmamış, zaman kaybettirmiş. İçinde güzel olan tek şey, Elle Fanning’in gelecek vadeden oyunculuğu idi.
Filmin en dikkat çeken oyuncusu Elle Fanning
Kendine ithaf ettirdiği bu film öylesine vasat altı ki, Spielberg yalnızca ukalalık değil, aynı zamanda kendine de haksızlık etmiş .