Onu ilk kez Belene dizisinde görmüştüm. İz Peşinde’de ise, resim daha net.
Osman Sınav’la kesiştikleri ilk yapım olan Yalancı'da canlandırdığı Ali karakteri ile züppeliği, pembe yalanları ve haşarılığı sevdirmişti bana. Ahmet Yurdakul’un harikulade kaleminden çıkan Sıcak Saatler'e ise mest olmuştum. Anlayacağınız Mehmet Aslantuğ’a öteden beri hayranlığım var.
Senaryosunu yazdığı, yapımcılığını üstlendiği, yönettiği ve eşiyle birlikte oynadığı bu filmle ilgili yorumda bulunurken, bu hayranlığın zaafa dönüşmemesine çalışacağım sevgili perdeden okuyucuları!...
Çeşitli dizilerden ve reklam filmlerinden toparladığı parayı, gişe beklentisi hatta ümidi olmayan bir yapıma yatırması gerçekten saygı duyulacak bir davranış. Ne var ki, olmamış…
70’li yılların siyasî gençliği. İşkenceler, sıkıyönetim ve ihtilal. Birbirini seven iki genç. Erkek, yaşadıklarından bezmiş ve yorgun düşmüş. O kadar ki, sevdiğini yüzüstü bırakıp bir sahil kasabasında inzivaya çekiliyor. Sağlığı da giderek bozulmakta.
Aradan yıllar geçmiş, Kız, elinde bir çocukla karşısına dikiliyor. Bu bizim çocuğumuz diyor. Ben Amerika’ya yerleşiyorum. Orada bir düzen kurana kadar, ona sen bakacaksın.
Bitti sandığı hayat, erkek için işte o an yeniden başlıyor. Hayata tutunmak, hayatta kalmak için başlı başına bir sebep. Yazık ki artık hayatta kalamayacak kadar hasta. Neler kaçırdığını fark ediyor. Lakin ölüm, kaçırdıklarını yakalama fırsatı tanımıyor ona.